Wednesday, October 24, 2018

Dijital Pazarlamanın Reklam Dünyasındaki Etkileri





Son yıllarda dijital mecralarda yayınlanan reklamların tüketici üzerindeki etkisi geleneksel reklamların önüne geçti. Öyle ki tüketicilere mobil reklamlarla ulaşmak hem daha ekonomik hemde ürünün veya hizmetin tanıtılması daha kolay.

Peki dijital pazarlama nedir?

Dijital pazarlama internet, sosyal medya ve mobil platformlar interaktif markalar inşa etmek için kullanılan yeni reklam kanallarıdır. İşte bu mecralarda gördüğümüz reklamlara dijital pazarlanmş reklamlar diyoruz.

Öyle ki dijital pazarlama modelleri gittikçe daha rekabetçi sınır tanımaz hale geldi. Yapılan son araştırmalara göre Türkiye’nin toplam nüfusunun %50’si aktif olarak internet kullanıcısı ve güncel satış teknikleri değişkenlik gösteriyor. E-ticaret ve mobil pazarlama güncel olarak tüketiciler tarafından kullanılmakta. Sosyal Medya’da bilinirliğini artıran marka sahibi ise, internet ve alternatif seçenekleri kullanarak ürünlerinin satışını gerçekleştirebiliyor. Dijital pazarlama, geleneksel pazarlama yöntemlerini temel alarak geliştiriyor; güncel ve interaktif dünyaya uyumlu hale getiriyor.

Yapılan öngürülere göre marka bilinirliğini arttırabilmek için dijital pazarlamayı aktif olarak kullanan firmaların geleneksel pazarlama kanallarına yatırım yapan firmalara göre bir tık önünde olacağı yönünde. Yapılan araştırmalarda 2017 itibariyle dijital pazarlamada sağlanan başarı geleneksel pazarlamada elde edilen neticlerin önüne geçtiği yönünde. Dolayısıyla değişen dünyada dijital pazarlama firmalar ve yeni girişimciler için çok büyük bir fırsat ve doğru stratejiler oluştuğu taktirde çok başarılı sonuçlar almak mümkün.

Cihan ANDİÇ

Thursday, August 17, 2017

İkili İlişkilerde Tolerans


İş hayatında ve sosyal hayatta yaşamış olduğumuz sorunlar bizim zayıf yanlarımızın ve güçlü yanlarımızın ortaya çıkabilmesi ve bunu kendimizin farkedebilmesi adına bir bakıma iyi bir durumdur.

Çünkü böyle durumlar da insiyatif alarak kendimizi daha doğrusu bir bakıma kendi kendimizi yönetme süreci içinde buluyoruz. Dolayısıyla doğru kararlar alarak sorunlara çözüm üretmeyi de öğreniyoruz. Yanlış kararlar vererekte hatalarımız üzerinden bir nevi tecrübe de kazanmış oluyoruz.

Mesela iş yerinde lider özelliklerle dolu donanımlı bir üst tarafından bir iş hakkında görev alıyorsunuz. Daha doğrusu işin halledilme görevi size veriliyor. Bu görev aslında çözülememiş ve halledilmesi gereken bir işte olabiliyor. Yada realizasyonu sizden beklenen, şirkete katkı ve kazanım sağlamanız gereken bir sınav anlamına da gelebiliyor.

Böyle durumlarda işin size verildiği süreç anında o şirkette ne kadar süredir çalıştığınız çok önemli. Eğer 1 yıldır orada çalışırken size verilen bir görevi başarıyla sonuçlandıramamış iseniz yöneticinizin bu durumu görmezden gelme ve tolere etme olasılığı çok yüksektir. Ama şirkette yeni işe başlamış hemde deneyimsiz biriseniz verilen ilk görevdeki başarısızlığınız yöneticinizin gözünde belirsizlik yaratmaya müsaittir. Aynı zamanda sizi hem tedirgin eder hemde strese sokabilir.

Bir başka örnekte sosyal hayatta karşılaştığınız bir olay olsun. Mesela sizi yakından tanımak isteyen birisini kişisel veya dışsal faktörlerden dolayı defalarca reddetmişsiniz yada o insanı tanımadığınız için ona randevu vermeye ikna olmamışsınız. Bu insanın ısrarcı tutumuna tolerans göstermemek size kalmıştır ve bu sizin en doğal hakkınızdır.

Fakat aynı kişi sizin yakın çevreniz tarafından tanınmaya başladığında ve yakın çevreniz tarafından hakkında olumlu konuşulmaya başlandığında ve kişinin başarı hikayeleri sizin kulağınıza geldiğinde ve birde aynı kişi tekrar sizin kapınızı aralamak istediğinde bu sefer karşınıza iyi bir referansla çıkmış demektir.

Böyle durumlarda kapınızı çalan kişi hakkında nasıl bir karar verirsiniz. Yada onun size karşı takınacağı olumsuz tavırlara tolerans gösterirmisiniz. Kısa süreçlerde yaşanan neticesiz sonuçlardaki anlık kararlarınızın sizin kişilik envanterinizi ortaya koyduğunu sakın unutmayın.

Böyle durumlar da onun sizi tanımak için gösterdiği ilk süreçteki ısrarcılığını aklınıza getirin. Ve şunu iyice düşünün. Siz reddederken o yine ısrar etti. Siz reddettiniz o yine ısrar etti. Bu durumda onun size gösterdiği reddilmeye karşı toleransını gözden geçirin. Çünkü artık karşınızda referanslı biri olarak duruyor.

Siz nasıl biriyle tanışmak isterdiniz. Her dediğinizi yapan size hiçbir zaman hayır diyemeyecek evetlerde dolu biri mi yanınızda olmalı yoksa kararlarınızda sizi eleştirebilme deneyimine sahip ve kararlarınızı gözden geçirebilmeniz için size yapıcı ve mantıklı açıklamalar yapan birisiylemi tanışmak isterdiniz.

Size sürekli evet diyen bir insan ancak sizin hobilerinize ve materyal mutluluklarınıza hizmet etmiş olur. Bu şekilde kişi sizi bencil bir bakış açısına kapılmanıza bu duruma alışmanıza ve kendinizi beğenmiş bir kişi haline gelmenize sebep olabilir. Dolayısıyla bu size uzun vadede manevi mutluluk vermez. İkili ilişkilerde insanlar yönetmeye de ihtiyaç duymalı ama yönetilmeyede ihtiyaç duyacağı durumlarla karşılaşabileceğini asla unutmamalıdır.

O yüzden kimi zaman insanların tuhaf yada size itici gelen tavırlarıyla karşılaştığınızda yada kararlarıyla sizi demoralize ettiğini düşündüğünüzde o insanı yargılamadan önce o insanın size bunu neden yaşattığını iyi düşünün ve empati kurmaya çalışın.

İş hayatında birçok büyük ve orta ölçekli şirketlerin evlenme gibi büyük ortaklıklara imza attığına tanık oluruz. Bu şirketler neden ortaklık kararı alırlar. Çünkü iki tarafta birbirlerinin zayıf noktalarını güçlendirmek ve daha büyük oynamak isterler.

Sosyal hayattaki birleşimlerde de insanlar birbirlerini tamamlayabiliyor ve ortak bir paydada frekans oluşturabiliyorlarsa anlaşabilirler.

Son olarakta tolere edebilme özelliğinizin sizin ne kadar güçlü bir insan olduğunuzu ve güçlü yanlarınızı ortaya koyması açısından ne kadar önemli bir unsur olduğunu asla unutmayın.

Cihan Andiç

Wednesday, July 26, 2017

Barış zorla tutulamaz sadece anlayışla sağlanabilir


Dünya gerçekten zor günlerden geçiyor. Herkes huzur ve barış içinde bir dünyada yaşamak istiyor ama kimse ideolojisinden, çıkarlarından ve hayata bakış felsefesinden vazgeçmek istemiyor.

Düşünsenize toplu bir ortamda yaşanan bir hadisede tarafları uzlaştırabilmenin imkanı mümkünken, konu ikili ülke ilişkilerine yada global ilişkilere geldiğinde herkesi mutlu etmek neredeyse imkansız. Hani düşünce çeşitliliği diye birşey varya. Ve çoğu kez şöyle deriz. Renkler ve zevkler tartışılmaz. Nüfusu karınca yuvası gibi dolup taşmış şu dünyada binbir çeşit insan türü var. Bu insanlar iş hayatında bir anlaşmaya imza atabiliyorlarken, sosyal hayatta pek fazla buluşamadıkları da oluyor. Kimileri de iş yaptıkları insanlarla mecburiyetten aynı ortamı paylaşmanın sıkıntısını dert eder. Hatta partneri kendisinden daha zengin ama entellektüel olmadığı için kendiside entellektüel olup partneri kadar zengin değilse duruma isyan edip durur. Bir başka örnekte de kimin eli güçlüyse onun politikaları kabullenilerek yapılan anlaşmalar vardır. Kimisi de ketundur. İş yaptığı insanları özel hayatına sokmak istemez yada özel hayattaki arkadaş çevresini iş yaptığı insanlarla tanıştırmak istemez. Yabancı bir dili öğrenmek isteyenler bir yerde toplanır yada aynı hobileri olan insanlar bir yerde toplanır. Kısacası insanlar daha çok ihtiyaçları, zevkleri ve hobileri ortak olan insanlarla daha fazla vakit geçirmek isterler. Herne olursa olsun hayatın içinde duygu, hedef, istek, mutluluklar ve beklentiler hep stabil gitmez. Çünkü hayatın kendisi her zaman inişli çıkışlıdır. Dünya düzeni de böyledir.

Geçmiş zaman tarihi, bugün ve gelecek tamamen sebep sonuç ilişkisi eşliğinde devam edecek ve ediyor. Tarih sayısız başarı ve başarısızlık olayları ile doludur. Bunun içinde spordan sanata savaştan yarışa herşey vardır.

Yazımın başında barış kavramı üzerinden bir giriş yapmıştım. Konfliklerin yani anlaşmazlıkların dolu olduğu bir dünya da mükemmeliği beklemek mucizeden başka birşey değildir. Allah'ın kitabında bile çeşitli hadislerde nice kabilelerden toplumlardan bahsedilerek çeşitli örnekler sunulmuştur.

Bunların sebebi birinin ak dediğine ötekinin kara bir diğerinin ise başka bir yakıştırma yapmasından kaynaklanan nedenlerdir. Bu nedenlerden dolayı ortaya çıkan komplikasyonlarda taraflar, toplumlar yada ülkeler diplomasi yoluyla çözümler üretme politikası uygular. Ama diplomasi tamamen çıkarlar üzerinden yürüdüğü için uzlaşma çok zaman ve çaba sarfedilerek elde edilir yada uzlaşma sağlanamaz.

Dünya da düzen artık haklının dediğinin değil güçlünün dediğinin olması gerektiği empoze edilerek yönetiliyor. Siz böyle bir düzenin ortasına bir sebep sonuç ilişkisi yüzünden düştüğünüzde işiniz gerçekten çok zordur. Çünkü güçlü yanlarınız olduğu kadar güçsüz yanlarınızda var. Uzun süre denge politikası izlediğiniz bir sorunu ele alalım. Tarafları bir türlü ortak payda da buluşturamıyorsunuz ve bunun en büyük zararını en çok siz ödüyorsunuz. Samimiyet, dürüstlük, şeffaflık ve iyi niyetinizi her ortaya koyduğunuzda masadan hayal kırıklığıyla kalkıyorsanız yapmış olduğunuz fedakarlıklarında hiç bir anlamı kalmamış oluyor.

Yurt dışına ilk çıktığımda henüz 15 yaşındaydım. Brighton'da 3 haftalık bir İngilizce yaz okulu serüvenim olmuştu. Tek başına yaşayan emekli bir ailenin 3 hafta misafiri olmuştum. Hergün okula gidip geliyor ve yabancı bir ülkede kendi kendimi yönetmeyi öğreniyordum. Yaz okulunda kalabalık bir sınıfta farklı dil din ve kültürlerden oluşan öğrecilerle arkadaş olmuştum. Sınıfımız Rusya, Portekiz İtalya İspanya ve daha hatırlayamadığım birkaç ülke vatandaşlarından oluşuyordu. Ara sıra şehire çok uzakta bulunan bir üniversite kampüsüne trenle gidiyor orada futbol turnuvaları düzenliyorduk. Bu yurt dışı deneyimimin birde çok güzel hatırası bir başarı hikayesi vardı. İtalya'dan gelen grupla bizim Türkiye'den gelen arkadaşlar aramızda bir maç organize etmiştik. Bütün okulu maçımızı seyretmeye davet ettik. Maç günü sınıf arkadaşlarımın çoğu maçı İtalyanlar kazanır. İtalyanlar futbolun dehası gibi söylemler üretiyorlardı. İtalyanlar gerçekten çok iyi ve yetenekliydiler. Ama bizim kadroda da iyi oyuncular vardı. Çok kalabalık bir kitlenin izlediği maçta yenik başladığımız maçı farklı bir skorla kazanmıştık. Maçta sayısız gol atmıştım. Maçtan sonra kampüste duş alıp yemekhaneye indiğimizde karşılaştığımız atmosferin bana verdiği gururu hiçbir zaman unutamam. Bizim takım yemekhaneye girdiğinde maçı seyretmeye gelen herkes dadikalarca bizi alkışlayıp Türkiye Türkiye bravo Türkiye diye tezavratlarda bulunmuşlardı. O an nasıl titrediğimi ve ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Yaşamanız lazım. Herneyse İlkokul döneminde ailemizin Sovyet ülkelerinden gelen tüccarlarla ticaret yapmasından mıdır bilmem en çok Ruslarla zaman geçirmekten keyif alıyordum. O tarihlerde globalleşme henüz yeni başladığından herkesin birbirine bakış açısı ve yaklaşımı çok temkinliydi. Birgün sınıfta hocamız eşliğinde tarihi konulardan sohbet açıldığında Ruslara karşı Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerin hocamız dahil ciddi bir ön yargısı olduğunu farkettim. Detaylara girmek istemiyorum ama Rus arkadaşlarımda ön yargıları çok kuvvetli bir şekilde yapıcı konuşmalarla ve örneklendirmelerle çürütüyorlardı.

20'li yaşlarda eski sovyet ülkerini gezip yaşama fırsatı bulduktan sonra Avrupa'lı öğrenci arkadaşlarımın ön yargılarını ne kadar abarttığını ve bir çoğunun yersiz olduğunu bir fiil yaşayarak tecrübe etmiş oldum. Aksine bunun bir kültür ve yaşayış farklılığından kaynaklandığını anladım. Rusya'da geçirdiğim birkaç aydan sonra Romanya'ya döndüğümde dış ilişkiler konuşulduğu ortamlarda Rusya'nın temsilcisi ve avukatlığına soyunur gibi nedense hep insanların düşüncelerini çürütmeyi benimsemiştim.

Gelelim bugüne.. Amerikan dış politikası neden Rusya'yla ekonomik ilişkilerini geliştirmek yerine tam tersi tavır alır. Buna bir anlam veremiyorum. İlkokul yıllarında ezeli düşman olan ve sonrasında en iyi iki dost olan ne cesur arkadaşlar tanıyorum. İkinci Dünya savaşında birbirlerini ağır hezimetlere uğratan Batı Avrupa ülkeleri bile şuan birbirlerinin en sağlam müttefikleriyken Doğu Avrupa ve Ortadoğu'da yaşanan ve yaşatılan bu dış politikanın kime ne faydası var.

Dünya'nın gerçekten huzura, istikrara ve barışa ihtiyacı var ama Einstein'ın dediği gibi "Barış zorla tutulamaz; Sadece anlayışla sağlanabilir.


Cihan Andiç

Monday, October 3, 2016

Patron Şirketlerin Yaşam Süreleri Azalıyor





Ülke ekonomisinin dinamizmi için çok önemli olan, istihdama çok büyük katkı sağlayan ve çoğunluğunu KOBİ'lerin oluşturduğu patron şirketlerinde neler oluyor?

7 Haziran seçimleri sonrasında ülke ekonomisinde hissedilmeye başlanan gizli bir kriz var. Çeşitli iç ve dış faktörlerinde etkisiyle oluşan bu gizli kriz halen aşılabilmiş gibi gözükmüyor. Özellikle son zamanlarda kendi işini yapmakta olan yada bir ücret karşılığı mesleklerini icra eden birçok çalışan mevcut durumdan dolayı tedirginler. Oluşan gizli krizle beraber birde darbe kalkışması yaşayan ülke ekonomisi gerçekten zor günlerden geçti ve geçiyor. Her ne kadar hükümet artçı sarsıntılar yaşayan ekonominin, derin yaralar almaması için ekonomik açılımlar yapsa da, yeni ekonomik teşvikler üretse de küçük ve orta ölçekli işletmelerde hissedilmeye başlayan ve çözülemeyen ciddi finansal sorunlar var.

İş dünyasındaki kurumsal şirketler her yıl bir önceki yıla göre kar marjlarını ve yaptıkları ciroları koruyabilmek ve büyütebilmek adına pazarlama faaliyetlerinde periyodik olarak yeni strateji metodları uyguluyorlar.

Patron yönetimli işletmelerde ise hedefler aynıyken teorileri pratiğe geçirebilme performansı malesef kurumsal şirketlere oranla daha ağır işliyor. Özellikle üçüncü çeyreğin başlangıcıyla beraber patron yönetimli şirketlerde daha fazla hissedilmeye başlanan finansal kriz birçok şirketin belini büküyor ve iş hızını yavaşlatıyor. Finansal sıkıntılardan dolayı iflas etmeye başlayan şirketler bile var.

Peki patron yönetimli şirketler nasıl bugüne geldi ve finansal sorunları neden aşamıyorlar?

* Aile içi çekişme ve rekabetten dolayı piyasasının değişimine yeterince odaklanamamak ve kurumsallaşamamak.

* Ar-ge'ye ve kaliteli insan gücüne yatırım yapmamak.

* Danışman şirketlerle çalışmanın gereksiz olduğunu düşünmek ve yanlış yatırımlar yapmak.

* Finansı doğru yönetememek ve haddinden fazla gayrimenküle yatırım yapmak.

* Değişime ve yeniliğe ayak uyduramayan X kuşağının yönetimi Y kuşağına devretmemesi.

* Yönetime katılan Y kuşağının X kuşağıyla yaşamış olduğu iletişim ve empati çatışması.

* Şirket patronlarının alması gereken eğitim kursları veya eğitim seminerlerine katılmaması.

* Şirket çalışanlarına çeşitli eğitim ve seminerler için bütçe ayırmamak.

* Markaya ve pazarlama departmanına yatırım yapmamak.

* İnsan kaynakları departmanının yetkilerini sınırlandırmak ve işlevini güçlendirmemek.

* Çalışanların performans ve başarılarını yeteri kadar önemsememek ve ödüllendirme sisteminin olmaması.

* İnsan kaynağınından maximum faydalanmaya çalışmak ama çalışanı hakkettiği kadar motive edememek.

* İş takiplerinin ve raporlama sisteminin zayıf çalışması.

* Patronların kendilerini geliştirememesi sonucu oluşan yönetim zafiyetleri ve yanlış kararlar.

* Patronların aşırı iş kolik olmaları, herşeyin en iyisini ben bilirim yaklaşımı, özel hayatlarına yeterli zaman ayırmamaları.

Yukarıda saymış olduğum sebepler ve değişen dünya düzenine karşı patron yönetimli şirketler artık eskisi kadar güçlü değiller. Bu sebeplerden dolayı da patron şirketleri sağlıklı büyüyemiyor ve bir süre sonra gerileme ve iflas gibi geri dönüşü zor olan süreçlerle karşı karşıya kalıyorlar.

Cihan ANDİÇ

Thursday, September 1, 2016

Start-Up Sürecinde Markaya Kimlik Nasıl Kazandırılıyor




Yeni bir iş projesini hayata geçirebilmek, yeni bir ürün yelpazesini yada yeni bir hizmeti piyasayla ve müşterilerle buluşturmak demektir. Böyle durumlarda ürünün veya hizmetin açılış töreni öncesinde bir alt yapı çalışması yapılır.

Alt yapı çalışması, inşaatına başlanmış bir binaya benzer. İnşaat çalışması bittikten sonra bina satışa sunulacak bir şekilde çeşitli iç ve dış tasarım çalışmalarından geçirilir. Çevredeki ortama uygun renklerle boyanır ve yine dediğim gibi alıcıların binayı görebilmeleri için mağazadaki ürünlerin vitrine koyulması gibi satışa çıkarılır. Lanse edilecek ürün yada hizmet için ihtiyacı olacak bir müşteri sınıfı hedef alınır. Bu hedef sınıfa göre çeşitli görsel reklamlar ve kampanyalar düzenlenir. Makro ve kobi ölçekli firmalar televizyon reklamları yapabilecek kadar finansal güce sahip olduklarından ürününün tanıtımına daha güçlü destek verirler. Yazılı, görsel ve işitsel medyada hedef kitleye hitap edebilecek, hedef kitleninde hayranı olan ünlü simalar tespit edilir ve reklamlar üzerinden kitleyle stratejik sloganlar üzerinden iletişime geçilir. Bunlar istenilen hedeflere ulaşabilmek ve beklentileri karşılamak için yürütülen pazarlama faliyetlerinden bir kaçıdır. Yine daha farklı PR teknikleriyle tanıtım faliyetleri sürdürülebilir.

Bahsetmiş olduğum ürün bir binanın içindeki apartman dairesi dışında elbise, ambalajla giydirilmiş bir gıda ürünü yada temizlik ürünüde olabilir. Hatta bir ayakkabı yada bir akıllı cep telefonu da olabilir.

Ürünün kategorisi ne olursa olsun. Hangi müşteri sınıfına hitap ederse etsin. Ürüne bir isim koyulur. Böylelikle marka ortaya çıkar. Eğer ürün çok kaliteliyse, inovatifse ve tanıtım faliyetlerine güçlü bir finans bütçesi ayrılabilmişse ürünün kar marjını yüksek tutarak, fiyatını istediğiniz şekilde belirleyebilirsiniz. Sermaye yapınız çok daha güçlü global bir şirketseniz ve aynı zamanda hedef müşteri kitleniz herkes ise o zaman ortak bir satış fiyatı belirleyip sürümden de kazanabilirsiniz.

Geçen hafta yakın zamanda kendinden söz ettirmeye başlamış bir ekonomi dergisi olan #Brandmap 'in düzenlemiş olduğu, konusu ''Psikolojik Fiyatlandırma Stratejisi'' olan bir açık seminere katıldım. Seminerde 4 TL ile 3.99 TL , 3.99 TL ile 3,95 TL arasındaki fiyat farklılıklarını kritize ettik ve hangi fiyatların müşteriye daha cazip geldiği hakkında interaktif bir sohbet gerçekleştirdik. Yapılan piyasa araştırmalarına göre hızlı tüketim olan bir ürünün fiyatı 4 TL yerine 3,99 TL yada 3,95 TL ise nihayi müşteri tarafından daha çok tercih edildiğini öğrendik.

Alkollü ürünler sektöründe ise 40 TL yerine 50 TL'ye satılan bir şarabın daha fazla talep gördüğü tespit edilmiş. Sevgili konuşmacı sayın Tülin Lehy hanım konuyu şöyle özetledi; hızlı bir şekilde alınan bir ürüne müşteri daha az değerde para ödemeyi bilinç altına yerleştirirken, bir sevdiğine yakın bir tanıdığına hediye olarak satın almayı düşündükleri ürünlerde fiyat analizinin pek muhasebe edilmediğini dile getirdi.

Bende bu görüşe katılıyorum. Çünkü değer verdiğimiz bir insana hediye alırken acele etmeyiz. Hatta kimi zaman daha güzel bir hediye için daha fazla düşünürüz ve daha çok gezeriz.

Eğer yeni bir tüketim alışkanlığı yada satın alma alışkanlığı anlamına gelen bir start-up projesi deniyorsanız. İşte burada çok dikkatli olmanız gerekiyor. Start-up'ların önemle üzerinde durması gereken konulardan bitanesi psikolojik fiyatlandırmadır.

Bir hamburgere 10 TL değilde 9,95 TL ödemek bize daha cazip gelirken bir kol saatine cebimizdeki bütün parayı feda etmekten gocunmuyoruz. İşte tamda bu kıyaslamada psikolojik fiyatlandırmanın stratejik hamlelerine karşı göstermiş olduğumuz bir satın alma algısı devreye giriyor. Yani tüketicinin satın alma alışkanlıklarını iyi anlamamız gerekiyor.

Şu kadar kar etmem gerekiyor. O yüzden bu fiyata satmam lazım felsefesi sizi başarıya ulaştırmayabilir. Duygusal olmayın. Rasyonel yaklaşın. Rakiplerinizin markalarının biyografisini araştırın. Unutmayın her markanın giriş, gelişme ve sonuç hikayesi vardır. Bu hikayeleri baz alın.

Bir marka hedef kitlenin kişisel zevklerine, yaşam tarzına, tüketim alışkanlıklarına ve hayat felsefesine göre tasarlanırsa ve marka kimliği doğru anlatırlırsa o markayı herkes satın almak ister. Sürekli aynı markayı tercih etmek, o markayla dost olmak gibi bir şeydir. Markanız tüketiciye ilaç gibi gelirse, ihtiyaçlarına çözüm olursa, tüketiciye kendini sevdiren sempatik bir kimlik haline dönüşür.

Umarım ne demek istediğimi anlamışsınızdır.

Cihan ANDİÇ



Monday, August 1, 2016

Sizden Beklentileri Olan İnsanların Beklentisi Ne Anlama Geliyor



Bazen hayatın içinde ciddi düğümlerle karşılaştığınızda düğümleri sağlıklı bir şekilde çözebilmek için rasyonel bir şekilde hareket etmelisiniz. Duygularınıza önem vermeli ama aynı zamanda mantıklı kararlar almalısınız. Siz istesenizde istemesenizde kimi durumlarda hayat sizi bir yol ayrımına doğru sürükler ve sizi bir seçim yapmaya zorlar.

Size bir kapı seçilmesi söylendiğinde ilk işiniz kapı açılmadan önce içeride sizi nelerin beklediğini deşifre edebilmek olsun. Bu bağlamda olasılıkları düşünüp durumu iyice analiz edin. Elinizden geldiği kadar kişi ve konular hakkında bilgi toplayın ve bunları en güvendiğiniz insanlarla kritize edin. Çünkü yapmış olduğunuz seçimler sizi mutluda edebilir mutsuzda. Bilin ki sizden seçim yapmanızı isteyen insanların amacı her zaman sizi düşünmekten ibaret değildir. Aynı zamanda kendi çıkarlarını korumaktan da ibarettir. Bu yüzden öyle bir hamle yapın ki etrafınıza piyon olmadığınızı ispatlayın.

Çünkü almış olacağınız kararların yansıması ve geri dönüşümü sadece sizi etkilemiyor. İçinde bulunduğunuz çevreyi yani aynı havayı teneffüs ettiğiniz insanlarıda etkiliyor. Etrafınızda dönüp dolaşan insanlar aslında o havanın günlük borsasının iniş ve çıkışlarını meydana getirdiğini aklınızın bir köşesine yerleştirin.

Uzun lafın kısası vermiş olduğunuz kararların geri dönüşümü hem size katkı sağlasın hemde etrafınıza güven versin. Çünkü psikolojinizi ayakta tutan sizi siz olarak kabullenen yakın çevrenizdir.

Unutmayın en sevdiğiniz insanlar üzülürse sizde üzülürsünüz.

Cihan ANDİÇ

Sunday, July 31, 2016

Teorik Üniversite ve Hayat Üniversitesi Arasındaki Köprü Girişimcilik



Üniversiteler öğrencileri hayata hazırlama sloganı altında her yıl bünyelerine yüzlerce öğrenci kazandırırken yine yüzlercesini mezun ediyor ve onları hayatın gerçekleriyle başbaşa bırakıyor. Üniversitelerde okuyan gençlerin birçoğu ise diplomalarını ellerine aldıktan sonra kendilerini çok muhteşem bir kariyer hayatının beklediğini zannediyorlar yada en azından bunun umuduyla yola çıkıyorlar. Üniversite hayatının avantajlarıda var dezavantajlarıda. Örneğin çevre edinme, sosyalleşme ve özel hayatınızda mutlu sonla bitecek birlikteliklere vesilede olabiliyor yada bu süreçte edinmiş olduğunuz sosyal çevreden üzerinizde kalıcı kötü alışkanlıklar bırakan çevrenize sürekli sorun yaratan insan modelinede dönüştürebiliyor. Aslında herşey sizin ne kadar bilinçli yaşadığınızla orantılı.

Haziran ayında küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesine, desteklenmesine ve aynı zamanda yeni girişimi olan yatırımcıların iş projelerine hibe desteği veren KOSGEB'in çeşitli üniversitelerde vermiş olduğu kurslardan birine müraacat ettim ve katıldım. Kosgeb'in ülke kalkınmasında önemli bir rolü olduğunu düşünenlerdenim. Bu bağlamda benim için önemli bir tecrübeydi.Yaklaşık 10 gün süren kurs süresince Kosgeb'in sağlamış olduğu olanaklar konusunda detaylı bilgiler edindim.

Kurs sürecinde evden üniversiteye giderken daha önce hiç gezmediğim işlek cadde ve sokaklarda yürüdüm ve oralarda birçok işletmeci gözüme takıldı. Kimisi börekçiydi kimisinin restoranı vardı kimisi ise kurutemizleme yada bayan giyim erkek giyim gibi işlerle bölgenin esnaflık misyonunu üstlenmişti. Hatta metrobüs köprülerinde seyyar işlerle uğraşanlar bile vardı. Benimle onlar arasındaki fark şuydu. Ben yatırımın gerekli teorik bilgi ve enstrümanlarını öğrenmek için o sokaklardan geçerken o esnaflar ise başarılı girişimcilikleriyle o cadde ve sokaklara sahip çıkıyorlardı. Oralarda kalıcı olabilmenin mutluluğunu hergün kepenklerini açarak ve şükrederek yaşıyorlardı. Onlar o bölgeye benden önce ayak bastıkları için oranın yerlisiydiler. Bense misafir bir turist gibi yürüyen girişimci olabilirmiyim olasılığını düşünen bir insan.

Belki de bu insanların çoğu üniversite mezunu bile değildi. Ama kazançları bir diplomalıya göre daha iyiydi. Böyle durumlarda Steve Jobs ve benzeri gibi insanların hayat hikayeleri kulağa daha hoş geliyor.

Günümüz şartlarında serbest piyasa ekonomisinde tabiri caizse ekmek artık aslanın midesinde. O yüzden benim herkese tavsiyem neye ne kadar zaman ayıracağınıza çok dikkat edin. Çünkü bu hayatta boşa geçen her vakit sizin aleyinize işliyor olabilir.

Son Ders-Aşk ve Üniversite filminin son sahnesinde söylenen repliği ve tahtaya yazılan yazıyı unutmayın. ''Birlikte geçireceğimiz zaman size diğer derslerden çok daha farklı gelebilir.İlk dersimiz hiç birimizin burdan alacağı bir derse ihtiyacı olmadığıdır.''

''Dersi hayat verir.''


Cihan ANDİÇ

Monday, March 9, 2015

Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir






Hiç tanımadığınız insanlarla birkaç defa karşılaşarak, sadece birkaç defa sohbet ederek, onları uzaktan seyrederek yada çeşitli mecralardan takip ederek nasıl insanlar olduklarını, neler yaşadıklarını, ne gibi zorluklarla mücadele ettiklerini yada ne gibi sorunlarla başbaşa kaldıklarını bilemezsiniz. Onları yeteri kadar tanıyamazsınız. İnsanların uzaktan görünüşleri, sıradan gülüşleri, görkemli görünen yaşamları yada pozitif duruşları sizi yanıltmasın.

Olayları dışarıdan seyredenler için herşey hoş ve kolay görünür. Halbuki mahiyet seyrederek değil, yalnızca yaşanarak anlaşılır. Öyle durumlar vardır ki, içinde yaşayan kimseyi rahatsız eder; uzaktan bakan ise ona imrenir ve onun yerinde olmak ister. Bence İnsanların hayatlarına, onları yeteri kadar tanımadan ve içlerini yeterince bilmeden imrenmeyin.

Belki de sizin hayatınız imrendiğiniz insanın hayatına kıyasla çok daha imrendiricidir. Fakat siz şükretmesini bilmediğiniz için durumun farkında değilsinizdir. O yüzden sahip olduğunuz herşey için şükretmesini bilin.

Yazımı Kurt Cobain'in ünlü sözlerinden birisiyle bitirmek isterim.

''Hayal ettiğiniz insan olmaya çalışmak, aslında içinizdeki insanı harcamaktır.''


Cihan Andiç 

Tuesday, January 6, 2015

CRM - Müşteri İlişkileri Yönetimi







CRM - Müşteri İlişkileri Yönetimi

Satış alanında çalışanlar için tanışmak önemli bir gerekliliktir. E-ticaret ve tele marketing dışında genel anlamda müşteriyle tanışmadan müşteriye ürünü sadece telefon yolu ile yada e-posta üzerinden anlatmak, tanıtmak müşteriyi kazanmak için yeterli değildir. Satış öncesinde belli hedeflere ulaşmak için insan ilişkilerine ve zamana yatırım yapmak gerekmektedir. Burada yaptığı işe gerçekten emek harcayan satış alanındaki meslektaşlarımızdan ve onların çalışma faliyetlerinden bahsediyorum.

Seyyar bir simitçiden, seyyar bir pilavcıdan yada seyyar anlamda ürün satan insanlardan bahsetmiyorum. Tabii ki bunu söylerken maksadım seyyar düzende çalışan küçük girişimcilerin yaptıkları işi küçümsemek değil. Ama hepimiz biliyoruz ki onlar genelde hep işin kolayına kaçıp kalabalığın içinde parlayan ve kalabalık ortamlarda A sınıfı B sınıfı C sınıfı gözetmeksizin sayısız müşteriye altın yumurtlayan bir tavuk misali bakış açısıyla yaklaşıp iletişime geçen, elindekini satabilmek için kimi zaman köylü kurnazlığı bile yapmaktan çekinmeyen küçük girişimcilerdir. Bu tarz satıcılar için zaman çok değerlidir. Onlar uzun süreli müşteri ilişkilerinden hoşlanmazlar. Onlar için mühim olan konu tamamen al gülüm ver gülümdür. Bir profesyonel satışcı için bazen bir saatlik zaman birimi yada bir günlük süre büyük bir kayıp teşkil etmezken seyyarcılar için vakit nakit demektir. O yüzden onların bir müşteriye ayırdıkları vakit profesyonel bir satış temsilcisinin bir müşterisine ayırdığı vakitten çok daha azdır.

Yazımın başında satış alanında çalışanlar için tanışmak bir gerekliliktir demiştim. Her satış temsilcisi çalışmak istediği potansiyel müşteri hakkında araştırmalar yapmalı ve bilgiler toplamalıdır. Yapmış olduğu araştırmalar ve elde etmiş olduğu bilgiler kendisini tatmin ediyorsa müşteri ile irtibata geçmelidir ve görüşmeleri başlatmalıdır.

Eğer müşteri ikna edilebilmişse bu müşterinin sizden, firmanızın prestijinden, pazarlama politikalarından ve vizyonundan etkilenmiş olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla müşteri pazarlamış olduğunuz ürünlerin satılabileceğine kanaat getirmiş demektir. Böylelikle de müşteri ilişkileri yönetimi başlamış olur. Müşteri ilişkileri süreci sadece al gülüm ver gülüm süreci değildir. Satış temsilcisi için tamamen bir flört sürecidir. Bu sebeple müşteriye gereken ilgi ve alaka gösterilmeli ve müşteri ilişkileri yönetimi başarılı bir şekilde icra edilmelidir. Müşterinin istek ve talepleri değerlendirilmeli ve sorunları için yapıcı çözümler üretilmelidir.

Müşteri ilişkileri yönetiminde filozofi şudur: Eğer işinizi müşterilerinizin istekleri ve ihtiyaçlarına göre dizayn ederseniz ürettiğiniz ürün ve hizmeti satma olasılığınız çok daha yüksek olacaktır.

Eğer CRM'e gereken önemi verip gerekli yatırımları yaparsanız müşterilerinizi hiçbir zaman ihmal etmez ve müşteriyle uzun süreli bir oyalama süreci yaşamazsınız. Pazarın talep ve ihtiyaçlarını sıcağı sıcağına takip etme gücüne sahip olursunuz. Bu doğrultuda da firmanızın ticari faliyetlerini değişime göre şekillendirerek pazarda daha güçlü ve emin adımlarla rekabet edebilirsiniz.

Öyleyse CRM'e gereken önemi verin. Aksi taktirde istemediğiniz ve çözemeyeceğiniz sonuçlarla karşılaşabilirsiniz.


Cihan Andiç

Sunday, December 7, 2014

Lider Koltuğa Sahip Çıkmaz Ekibe Sahip Çıkar








Her ulusun, kurumun yada ekibin kendisini doğru yönlendirebilecek, kendisine yol gösterebilecek ve başarılı bir şekilde yönetebilecek, iradesi kuvvetli bir lidere ihtiyacı vardır. Peki lider nasıl olunur? Lider kimdir? Özellikleri nelerdir?

Lider koltuk sevdası olan değil, zaferler elde etme sevdası ile yaşayandır. Lider koltuğa sahip çıkan değil, bir kuruma bir ekibe sahip çıkabilendir. Zaten bunu yapabilen bir lider koltuğun sahibidir. Lider bayrağı fedakarlık için teslim alıp dalgalandırandır. Lider insanlara duruşuyla iş yaptırabilen, duruşuyla kızan ve kendisini duruşuyla sevdirendir. Liderin lider olduğu sarfettiği sözlerin içinde gizlidir. Liderin lider olduğu problemleri çözme yöntemlerinde gizlidir. Liderin lider olduğu zaferleri nasıl elde ettiğinde gizlidir. Liderin lider olduğu insanların ona duyduğu sempati, sevgi ve sahiplenmeden belli olur.

Lider vizyonu geniş, daima değişime açık, değişimin yaratıcısı, en iyi fikirleri bulabilen ve uygulayan, geleceği öngörebilen, paylaşımcı, korkusuz, mert, sahip çıkan, etrafına güven verebilen, etrafına cesaret verebilen, ekibini etkili sözleriyle harekete geçirebilen, kendisini dinletebilen, sözünü geçirebilen ve gerektiğinde riskler alabilendir.

Becky Brodin liderlikle ilgili şöyle der; "Liderlik otorite kullanımı değildir. İnsanları güçlendirmektir." Lider ait olduğu ulusa veya kuruma hedefler koyarak onları bu doğrultuda yönlendiren ve arkasından sürükleyen kişidir.

Eğer kendinizde liderlik vasıfları bulunduğuna gerçekten inanıyorsanız o zaman hiç beklemeden o liderlik ruhunu harekete geçirin.

Cihan ANDİÇ